SADECE ÜLKEMİZE ÖZGÜ BİR LEZZET
Bir zamanlar saraylarda tüketilen ve günümüzde Karadeniz Ereğli’nin en önemli simgelerinden biri haline gelen Osmanlı çileğinin hikâyesi 1900’lülere kadar uzanır. Kendine has kokusu ve lezzetli aromasıyla yediden yetmişe herkesin sevdiği Osmanlı çileğinin ülkemize geliş macerasını yazımızda okuyabilirsiniz.
Halil Paşa, Osmanlı dönemindeki “Asker Ressamlar” kuşağının önemli temsilcilerindendir ve eğitimi için bir süre Fransa’da bulunmuştur. Osmanlı çileği, Fransızlar tarafından çiçeği güzel olduğu için Halil Paşa’ya 1900’lerde armağan edilir. Osmanlı çileğinin ülkemizde ilk toprakla buluşması ise İstanbul Arnavutköy’de olur. Halil Paşa’nın arabacısı Mustafa Bey, çileği memleketi olan Ereğli’nin killi kestane toprağına eker. İstanbul’da olmasa da Ereğli’de uygun koşulları bulan çilek, bu toprakta yetişmeye başlar. Geniş çaplı üretimi de ilk kez Kestaneci köyü eteklerinde Kahyaoğlu Kadir ve ortağı tarafından yapılır.
1930’da ülkemizdeki ilk konserve fabrikalarından biri de Karadeniz Ereğli’de Osmanlı çileği ile palamut balığının konserve olarak işlenmesi amacı ile kurulur. 1960’larda ise fabrikada üretimi yoğunlaşır ve artık ülke genelinde herkesin bildiği bir meyve haline gelir.
1985’li yıllara gelindiğinde Osmanlı çileği neredeyse kaybolmaya yüz tutmuştur. 1994’ten sonra belediye tarafından desteklenen Osmanlı çileği üreticilerine ücretsiz çilek tohumu verilerek bu lezzetli meyve yavaş yavaş da olsa tekrar sevilen ve tüketilen bir besin haline gelir.
Mevsim normallerinde haziran ayında ilk meyvesini vermeye başlayan Osmanlı çileği, bu aydan sonra artık meyve vermez. Hassas bir yapıya sahip olduğundan çok ilgi isteyen Osmanlı çileği, üreticileri tarafından sabahın erken saatlerinde zedelenmeden toplanır ve 1-2 saat içerisinde satışa çıkarılır. Toplanan çileğin açık havadaki ömrü sadece 15-20 saat olduğundan günlük olarak tüketilmesi tavsiye edilir.
956 okunma