ÇÖL ORTASINDA DANTEL GİBİ İŞLENMİŞ BİR ŞEHİR
Arap Yarımadası’nın güneydoğusunda yer alan ve Antik Roma kaynaklarında “Talihli Arabistan” olarak geçen Yemen’in tarihi çok eskilere uzanıyor. Geçmişte dokumacılık ve kuyumculuk merkezi olan ülkenin başkenti ise, köklü kültürü ve yapıları ile kendine has dokusunu korumayı başarmış. Tarihteki ilk apartmanların inşa edildiği San’a, eski medeniyetlerden olduğu kadar Osmanlı İmparatorluğu’ndan da izler taşıyor. Özgün mimarisi ile hayranlık uyandıran başkent hakkındaki bilgileri yazımızda listeledik.
Yemen’in başkenti San’a’da ilk yerleşim tarihi, M.Ö. 3000’li yılların ortalarında hüküm süren Maîn Krallığı’na kadar uzanıyor. Ancak bundan önce de şehrin yerleşim yeri olduğuna ve Hz. Nuh’un oğlu Sam tarafından kurulduğuna dair yaygın bir inanış var. Bu yüzden “Sam’ın Şehri” de deniliyor. Şehirde zamanla birçok devlet kurulmuş ve farklı medeniyetlerin bıraktığı izler şehrin özgün dokusunu katman katman oluşturmuş. İslam dininin ilk yılları olan 600’lü yıllarda İslam’ı kabul eden San’a halkı, en önemli İslami eserleri de bu şehirde inşa etmiş.
San’a, “Eski Şehir” ve “Yeni Şehir” olarak ikiye ayrılıyor. Koruma altındaki tarihi yerler daha küçük bir alanı kaplayan “Eski Şehir”de; 1960’larda yükselen modern anlamdaki şehir ise “Yeni Şehir” kısmında yer alıyor. Eski Şehir’deki “dünyanın en eski yerleşim yerleri” sit alanı olarak koruma altına alınıp 1986’da UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne eklenmiş.
9. yüzyıldan önce inşa edilen binlerce konut ve İslam’ın ilk dönemlerinde yapılan yüzden fazla caminin çoğu kırmızı bazalt kayadan yükseliyor. Alt kısımları bazalt taşlardan, üst katları ise kâgirden yapılan çok katlı kerpiç evler birbiriyle olan uyumu ile dikkat çekiyor. Dünyanın ilk gökdelenleri olarak kabul edilen bu çok katlı binalardaki kemerlerle süslenmiş pencereler ahenk içinde. Basit malzemelerle şaşaalı yapılar inşa etmeyi başaran şehrin etrafı ise büyük bir surla çevrili…
Kerpiç yapının dayanıksızlığı sebebiyle mahalledeki evlerin ayakta kalabilmesi için sürekli onarım ve bakım yapılması gerekiyor. Toprak malzemeden yapılan kerpiç evlerde misafirlerin ağırlandığı genişçe bir sofa, üst katla bağlantıyı sağlayan dar bir merdiven ve üst katlardaki dar yatak odaları geleneksel evlerin tipik mimari özellikleri arasında yer alıyor. Çatıları düz olan evlerin en üst bölümünde ise “mafraj” adı verilen ve ev sahibinin günün büyük bölümünü geçirdiği özel bir alan bulunuyor.
6 ila 9 metre arasında değişen yükseklikteki duvarlarıyla şehri saran ve koruma altına alan surların geçmişte yedi kapısı bulunuyormuş. Ancak günümüze sadece 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu tarafından onarılan “Yemen Kapısı” (Bab el-Yemen) ulaşabilmiş durumda. Yemen Kapısı’ndan giriş yaptıktan hemen sonra 1516’da Osmanlı himayesine giren Yemen’de inşa edilen ilk cami olan Bekiriye Camii ile dünyanın en eski üçüncü camisi Camiu’l Kebir (Ulu Camii) bulunuyor.
Hz. Peygamber’in davetiyle Müslüman olan Yemen valisi Bâzân, 630 senesinde Camiu’l Kebir’in bulunduğu yere İslam âleminin ilk mescitlerden birini yaptırmış. 16. yüzyılda tadilat gören mescidin bakımı Osmanlı döneminde de devam etmiş; çevresine bir hapishane ve askeri garnizon eklenmiş. Kimi alanları beyaza boyalı olan cami ile mescit, 2003’te tekrar restore edilerek güçlendirilmiş. Ayrıca mescidi özel kılan bir diğer unsur, Hz. Ali’nin Hilafet dönemine ait olduğu tahmin edilen 12 adet el yazması Kur’an-ı Kerim’in bu mescitte bulunması…
Şehrin önemli mimarileri arasında yer alan ve alışageldiğimiz müzelerden oldukça farklı olan Ulusal Müze, Arap Yarımadası’ndaki en büyük müzelerden biri. Aslında eski bir askeri hastane olsa da restorasyondan sonra Yemen tarihi hakkında eserlerin sergilendiği bir müzeye dönüştürülmüş. Müzenin bir kısmında Yemen’de hüküm sürmüş İslam öncesi dönemdeki Sebe ve Hadramut krallıklarına ait heykeller ve yapıtlar; müzenin diğer kısmında ise İslam dönemine ait eserler sergileniyor.
1,343 okunma