Ustadan Çırağa Gelenekten Geleceğe Aktarılan 8 Zanaat
Kültürel mirasımızın önemli bir ögesi el sanatlarıdır. Her biri uzun bir tarihe, geleneklere dayanan zanaatlar ülkenin belli bölgelerinde çağlardır süre gelmektedir. Bu zanaatlarda ustalaşmak bir ömür sürdüğünden genellikle eğitime çocukluktan başlanır. Ustasından öğrendiklerini yıllar içinde geliştiren çırağın kendisi de bir usta olur ve böylece gelenek devam ettirilir. Listemizde, Türkiye’mizin farklı bölgelerinde yaşatılan 8 zanaatı ve inceliklerini huzurlarınıza getiriyoruz.
Türk el zanaatları arasında dokumacılığın yeri ayrıdır, ülkenin birçok yöresinde dokumacılık yapılsa da Denizli yöresi Buldan ve Tavas gibi ilçeleri ile dünya çapında haklı bir üne sahiptir. Bu bölgede nesillerdir süre gelen dokumacılık zanaatı 19.yüzyıla dek el ile mekik atılan tezgâhlarda yapılırken, günümüzde otomatik ve yarı otomatik tezgâhlar da kullanılıyor. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin mintanının Buldan’da dokunan bezlerden yapılmış olması buranın tarih boyunca dokumacılıkta ne kadar iddialı olduğunu gözler önüne seriyor. Yine Denizli sınırları içindeki Kızılcabölük’te ise ünlü Hollywood filmi Truva’nın kostümlerinin yapılması bu geleneğin layıkıyla devam ettirildiğinin güncel bir kanıtı.
Osmanlı Devleti’nin ihraç ettiği ilk ürün olduğu düşünülen lüle taşı, Anadolu’da sadece Eskişehir yöresinde çıkarılıyor. “Beyaz Altın” olarak da anılan lüle taşının bulunması ve çıkarılması zorlu bir süreç. Toprağın neresinden lüle taşı çıkacağı belli olmuyor ve lüle taşı toprağın altındayken henüz yumuşak bir halde olduğu için, onu çıkarırken oldukça özenli olmak gerekiyor. Lüle taşı çıkarıldıktan sonra ise başka bir zorlu süreç başlıyor, lüle taşını işlemek. Anadolu’nun Beyaz Altını ince bir işçilik sonucunda türlü pipolara, tespihlere, takılara dönüştürülüyor ve dünyanın dört bir yanına ihraç ediliyor.
Nesilden nesile aktarılan Türk el zanaatlarından bir diğeri ise bakırcılıktır. Bu zanaatı küçük yaşlardan itibaren öğrenmeye başlayan bakırcılar, keser, tokmak, neri ve tel çekiç kullanarak bakıra ustaca şekil verir, bakırdan, tencereler, tepsiler, ibrikler yaparlar. Bakır tencerelerde pişen yemeklerin tadı bir başka olur, hatta Türk yemeklerinin en iyi bakır tencerelerde piştiği söylenir. Bakırcılık ülkemizin her yerinde değerli bir zanaat olarak ilgi görse de en çok Diyarbakır ve Gaziantep yörelerinde gelişmiştir, bu bölgeyi her ziyaret eden bakır işçiliğinin inceliğine ve çeşitliliğine hayran kalır.
Bir yarımada olduğu için denizcilikle ilişkisi kuvvetli olan ülkemizde sürdürülen el sanatlarının bir diğeri de tekneciliktir. Günümüzde teknecilik deyince akla teknolojik üretim süreçleri gelse de bu topraklarda İyon Uygarlığı zamanından beri el testeresi, çekiç, çivi, rende, keser gibi basit aletlerle tekne yapılmaktadır. Bu geleneğin en iyi örneklerinden biri Bartın’ın Kurucaşile ilçesinde görülür, burada binlerce yıldır aynı özen ve ince işçilikle birbirinden güzel tekneler yapılmaktadır.
Ahşabın tornada işlenmesiyle yapılan bastonlar çağlardır dünyanın her yanında ilgi görür, her ülkede kullanılır. Türkiye’de bastonculuğun merkezi ise Zonguldak yakınındaki Devrek’tir. Burada 1800’lü yıllardan beri bastonculuk yapıldığı hatta Devrekli ustaların sarayda da saygıyla karşılandığı söylenir. Devrek bastonunun özelliklerinden biri de narinliğini ve hafifliğini yapımında kullanılan kızılcık ağacına borçlu olmasıdır.
Kalaycılık ve bakırcılık birbirlerinden ayrılmaz el sanatlarıdır. Bakır kaplar, tencereler kullanıldıkça bakır korozyonu ortaya çıkabilir ve bu durum zehirlenmelere sebep olabilir, korozyonun önüne geçmek için bakırların düzenli olarak kalaylanması gerekir. Ateşte ısıtılan bakır kabın üzeri kalay ile kaplanır ve bakır soğuyunca kalay da sertleşir. Yıllar içinde bakırın kullanımı azaldıkça kalaycılık zanaatına da daha az rastlanmaya başlamıştır fakat bakırcılığın gelişmiş olduğu yerlerde kalaycılık da hâlâ uygulanmaktadır.
Genellikle eski kentlerin merkezlerinde yer alan demirci dükkânları neredeyse her yerde hayatın merkezi gibi görülmüşler. Ocağın başında kor halindeki demire şekil veren ustalar Anadolu’da hayatın nabzının demirci dükkânlarında attığını bilerek, gündelik işlevi çok yüksek aletleri büyük bir dikkatle imal ederler. Bu özverili zanaatın babadan oğula aktarıldığı durumlar sıkça yaşansa da usta – çırak ilişkisi zanaatkârlar için hala belirleyiciliğini koruyor. Ustaların kendi özel şekillerini oluşturup ürünlerin üzerine damgalayarak marka ve garanti gibi kullanmaları ise zanaatın sıkça rastlanan gelenekleri arasında.
Tarih boyunca birçok önemli medeniyete ev sahipliği yapan Türkiye toprakları, birçok farklı mimari anlayış ile tanışmış, farklı çağlarda burada barınan medeniyetlerin mimari geleneklerinden beslenmiştir. En güzel örneklerini Mardin Midyat’ta gördüğümüz taş evler de bu birikimin bir sonucudur. Mardin’in dört bir yanına dağılmış olan taş atölyelerinde bu evlerin yapımında kullanılan taşlar hazırlanır, taş figürler incelikle işlenir. Taş ustalığı da diğer zanaatlar gibi genelde babadan oğula geçer, çünkü bu zorlu zanaatta tam bir usta olmak için eğitime küçük yaşlarda başlamak gerekir.
10,971 okunma