ÖRNEKLERİYLE BİRLİKTE GELENEKSEL MİMARİ YAPI TÜRLERİ
Kiminin tarihi kökeni Anadolu Selçukluları’na, kiminin Osmanlı’ya kimininki de insanlığın daha eski çağlarına kadar uzanıyor. Bir kısmının modern dünyadaki izdüşümü değişmiş durumda, bir kısmının günümüzde herhangi bir karşılığı bulunmuyor, ama bazıları da misyonunu ve varlığını korumaya hala devam ediyor. Tarihi ve kültürel değeri paha biçilmez olan geleneksel mimari yapı türlerinden 8 tanesini birer örnek eşliğinde karşınıza getiriyoruz.
Aşılması güç kalın duvarlarla çevrili kaleler, özellikle stratejik yerlere askeri amaçlarla inşa edilebildiği gibi, içinde güvenli bir yaşam alanı oluşturmak için yapıldığı da olmuş. Bazen bölgenin coğrafi özellikleriyle bütünleşerek bir kayanın ya da dağın tepesine inşa edilmiş, bazen deniz seviyesinde bir yerleşim yerine, bazen de sularla çevrili bir ada üzerine. Ülkemizin her köşesinde farklı uygarlıklardan kalan heybetli kalelerle karşılaşmak mümkün. Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz ise Rize’nin Çamlıhemşin ilçesindeki Fırtına Vadisi’nde konumlanmış, Osmanlı döneminde askeri amaçlarla kullanılmış ve bir Orta Çağ ürünü olan Zil Kale.
Karadaki uzak diyarlara deve, at, katır ve eşeklerle ticari nakliyat yapan kervanların kervan yolu üstünde konaklaması için ilk kez Selçuklu döneminde yapılan mekânlara kervansaray deniyor. Aslında ilk yapılma amaçları askeri savunma imiş fakat sonra kervanların güvenli bir şekilde konaklamasına hizmet etmişler. İpek Yolu gibi ticaret yolları üzerine yapılırken aralarında aşağı yukarı 40 km. mesafe gözetilmiş. Yazlık olanlar avlulu, kışlık olanlar kapalı biçimde inşa edilmiş. Nevşehir sınırları içinde kalan Sarıhan ya da Saruhan Kervansarayı ise 1249’da Selçuklular tarafından yaptırılmış.
Bedesten genel olarak dikdörtgen biçimde tasarlanmış, kubbelerle örtülü yapılara deniyor. İlk defa 1200’lü yılların başlarında Anadolu’da inşa edildikleri düşünülüyor. Yapılma amaçları değerli malların, kumaşların, mücevherlerin satılabileceği bir alan oluşturmak. Ama yine Anadolu’da karşılaşılan arastalarla karıştırmamak da gerekli. Arasta aynı tür esnafın sıra sıra dizildiği çarşılara denirken, bedestende farklı esnaf ve meslek grupları ticaret yapabilirmiş. Bedestenler şehrin ticaret merkezine yapılan ve etrafında hareketli bir yaşamın olduğu yapılarmış. Günümüzdeki örneklerinden biri ise çoğumuzun yakından bildiği İstanbul Kapalıçarşı’daki İç Bedesten.
Çeşme kelimesinin kökeni Farsçada “göz” anlamına gelen “çeşm” sözcüğüne dayanıyor. Su çıkan kaynaklara “göz” dendiği için dış mekânlara yapılan ve insanların su ihtiyacını karşılayan bu mimari yapılara da “çeşme” ismi verilmiş. Geleneklerimizde insanlara su sağlamak en büyük hayır işlerinden biri olarak görülmüş ve İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun dört bir yanına bazen devlet büyükleri bazen hayırsever insanlar tarafından birçok çeşme yaptırılmış. Bu kültürel ve tarihi hazinelere verilebilecek çok sayıda örnekten biri III. Ahmet tarafından yaptırılan ve aynı adı taşıyan, Topkapı Sarayı’nın giriş kapısı ile Ayasofya arasında bulunan rokoko tarzındaki meydan çeşmesidir.
Şadırvan, genellikle bütün camilerin avlusunda bulunan ve insanların abdest alması için yapılmış mimari unsurlardır. Köşegen bir yapı, saçaklarında yer alan musluklar ve bunların karşısına ahşap veya taştan yapılmış oturaklar en belirgin özellikleridir. Bütün bu kısmı içine alacak şekilde yapılmış bir kubbe ve kubbeyi tutan sütunlar da klasik bir şadırvanın özellikleri arasındadır. Aynı zamanda hat sanatının ve mermer işçiliğinin güzel örneklerinin sergilendiği yerlerdir. Şadırvan mimarisinin ender görülen örneklerinden biri fotoğrafta gördüğünüz Bursa’daki Koza Han içinde yer alan Şadırvanlı Camii’dir. Ender olma nedeni ise şadırvanın, sekiz cepheli bir mescidin alt kısmında konumlanmış olmasıdır.
“Su depolamak üzere yapılmış üstü kapalı veya açık havuz” anlamına gelen sarnıçlar çok eski çağlarda inşa edilmeye başlanmış. Selçuklu ve Osmanlı döneminde özellikle Konya çevresine çok sayıda sarnıç yapıldığı biliniyor fakat ne yazık ki bunların büyük kısmı bugüne kadar ulaşamamış. Bizans’tan Osmanlı’ya intikal eden İstanbul’daki sarnıçlar ise günümüzde turistik anlamda da en çok rağbet gören tarihi yapılar arasında bulunmakta. Binbirdirek Sarnıcı ya da Yerebatan Sarnıcı en çok bilinen iki tanesi. Nispeten daha küçük olmakla birlikte fotoğrafta gördüğünüz Şerefiye Sarnıcı da örneklerden biridir ve Fatih’te yer alan yapı 2010-2018 yılları arasında restore edilerek ziyarete açılmıştır.
Taş köprüler için yapıldıkları dönemin iletişim araçlarıydı desek yeridir. Arasında çoğunlukla nehir, dere gibi engeller bulunan iki yakayı birbirine bağlamış bu mimari yapılar, böylece o bölgedeki insanların bir araya gelmesini ve birbirleriyle iletişime geçmesini sağlamışlardır. Mimari açıdan oldukça estetik ve görkemli halleriyle Anadolu topraklarına dağılmış onlarca köprü şimdi de geçmişi bugüne bağlamaya devam ediyor. Yukarıda gördüğünüz, 193 metre uzunluğundaki sekiz tonoz kemerli taş köprü, Elazığ’ın tarihi ilçesi Palu’da Murat Nehri’nin üstüne bulunuyor.
Kümbetler, Anadolu Selçukluları döneminde genellikle devlet büyükleri ve din adamları için yapılmış anıtmezarlardır. Gövdesi silindir, çatısı koni şeklinde inşa edilmiş bu mimari yapıların dış cephelerinde taş işçiliğinin özel örneklerini görmek de mümkündür. Bitlis’in Ahlat ilçesindeki Ulu Kümbet 13. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen oldukça eski ve önemli kümbetlerden biridir. Rivayete göre aslında buraya bir usta ve çırağı tarafından iki kümbet yapılmış fakat ustanın yaptığı yıkılmış çırağın yaptığı sağlam kalmış. Bu nedenle yapının bilinen diğer adı Usta-Şakirt Kümbeti’dir.
4,132 okunma