IŞIĞIN VE AYDINLATMANIN HİKÂYESİ
Ateş, el birliği ile kurduğumuz medeniyetin inşasında önemli rol oynadı. İlk insanlar; düşen yıldırımların çıkardığı yangınlardan elde ettikleri ateş ile ısınma, vahşi hayvanlardan korunma ve beslenme gibi ihtiyaçlarını karşılamayı öğrendi. 800.000 yıl öncesinde ateşi yemek pişirmek için kullanmaya başlayan insanoğlu, bu ateşte pişirdikleri hayvan etindeki yağın ateşi harlamasıyla bunu kontrol etmeyi de öğrendi. Yıldırımlardan çaldıkları ateşi ehlileştiren insanoğlunun hayatına hızla meşaleler, kandiller, mumlar derken elektrik ile ışık sağlayan teknolojiler girdi. Yazımızda ışığın serüvenini okuyabilirsiniz.
M.Ö. 700’de bitkisel ve hayvansal katı yağların kullanıldığı ilk kandiller tarih arenasındaki yerini almıştır. Kandillerden çok daha sonra kullanılmaya başlanan mumların ilk olarak ne zaman çıktığı ile ilgili kesin bir tarih bulunmamaktadır ancak M.S. 1. yüzyılda farklı coğrafyalarda farklı materyallerden mum yapıldığı bilinmektedir. Fransızlar don yağı ve bitkisel gliserin yağlarından oluşan katı bir karışım kullanırken, Almanlar parafin ve gaz yağından mumlar yapmıştır. İngilizler ise balinadan elde edilen “İspermeçet” ile kokusuz ve daha parlak ışık saçan mumlar yapmayı başarmıştır. M.S. 2. yüzyılda ise maliyeti hayvansal yağlara oranla daha pahalı olan balmumundan yapılan mumlar aydınlatmanın temel kaynağı olmaya başlamıştır.
18. yüzyılda sanayileşen ülkelerde petrol türevi yakıtlarla çalışan cam ve metal hazneli gaz lambaları ve kandiller yaygın olarak kullanılmıştır. Ancak yoğun kokunun verdiği rahatsızlık ve çıkan karbondioksitten kaynaklı nemli isin zamanla bacada birikerek ışık seviyesini azaltması, gazlı lambaların dezavantajları olmuştur. 19. yüzyılda ilk patentli mum yapımı makineleri ortaya çıkmış ve evler ışıklanmaya başlamıştır. Stearik asidin keşfi ve örgü fitillerin tasarımının daha da gelişmesiyle daha uzun ve yoğun yanabilen mumlar piyasaya sürülmüştür.
Işık seviyesi ayarlanabilen ve uzun süre kullanım ömrü olan gaz lambalarının kullanımı artmış ve insanlar geceleri de yaşamaya ve çalışmaya başlamıştır. 1900’de Paris’te Uluslararası Aydınlatma Komisyonu (CIE) kurulmuş, ilk gaz kongresi de bu tarihte gerçekleşmiştir. Ülkemizde ilk kez 1856’da Dolmabahçe Sarayı’nın içine kurulan gazhane ile sarayın aydınlatılması sağlanmıştır. Saraydan elde edilen gazın fazlası Beyoğlu bölgesinin aydınlatılması için kullanılmıştır.
İngiliz Sir Humphry Davy, dinamoyla çalışan karbon filamanlı ark lambasının halka sunumunu 1809’da Londra’da gerçekleştirse de elektrikle çalışan lambalara geçiş için 1877’de icat edilen jeneratörlerin sahneye çıkması gerekmektedir. Binlerce patent başvurusu olan ve birçok önemli buluşa imza atan Thomas Alva Edison, elektrik filamanlı lambayı ilk icat eden kişi değil, ticarileşmesini sağlayan isim olması açısından önemlidir. Akkor lambada ışıyan madde olarak bambu, platin, karbon denenmiş ancak daha sonra dayanıklı olan tungstene geçilmiştir. İlk akkor lambalar içerisindeki filaman çalıştıkça hızla eskidiği için, en fazla 1 günlük çalışma ömrüne sahip olabilmiştir. Cam ampullerin vakumlanması ve kararlı gazların da eklenmesi ile performansları artmış, akkor lambaların ömrü 1 yıl uzamıştır. Günümüzde, o dönemden kalma hâlâ çalışır halde el yapımı akkor lambaları bulunmaktadır. Kaliforniya’daki bir itfaiye merkezinde bulunan 4 W’lık bir karbon lamba, tam yüz on yıldır kesintisiz olarak yanmaktadır.
1900’lerde, halojen lambalar, gaz deşarjlı lambalar, enerji tasarruflu lambalar (kompakt floresanlar), fiber optikler, neonlar vb. birçok yenilikçi gelişme yaşanmıştır. 1937’de önemli buluşların tanıtıldığı New York Dünya Fuarı’nda ilk kez floresanlı lambaların ışığı dünyamızı aydınlatmış ve floresan lambalar 20. yüzyıla damgasını vurmuştur. Floresan lambalara kadar elektrikle çalışan aydınlatma dönemi henüz yaygınlaşmamıştır. Ancak floresan lambaların içeriğindeki 3-4 mg ağırlığındaki cıva çöpe atıldığında çevreye zarar vermektedir. Kullanımı hızla yaygınlaşsa da hem insan sağlığına hem de doğaya verdiği zarardan ötürü akkor lambaların kullanımı daha yaygın olmuştur.
Floresan lambaların oluşturduğu tehlike ve akkor lambaların çok fazla enerji sarf etmesi, verimlilik açısından yeni teknolojilere gebe kalmıştır. Ve bu yeni arayışlar neticesinde 1920’lerde Rusya’da icat edilmesine rağmen geliştirilmiş kızılötesi LED lamba 1962’de Nick Holonyak tarafından pazara sunulabilmiş, 1959’da General Electric tarafından patenti alınan ve bilinen tüm ampullerden daha parlak olan halojen lambalar ancak 1980’lerde piyasaya çıkmıştır. Daha iyi aydınlatma gücüne sahip ticari beyaz LED’ler ise 1996’da hayatımıza girmeye başlamıştır.
Günümüzde yeni ışıkların yüzde 85’i LED ışık kaynaklarıyla donatılmıştır. O zamandan beri, aydınlatma gittikçe daha dinamik hâle gelmiş ve her geçen gün ışıkla daha yakın ilişkiler kurulmaya başlanmıştır. Artık aydınlatmalar sadece mekânı aydınlatmak için kullanılmamakta; sanat projelerinden insanların işlevsel, duygusal ve biyolojik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik zengin seçenekler sunmaktadır.
3,530 okunma