
Dilimizde Yabancı Kaldığımız Kelimeler
Kökeni Latince, Arapça veya Farsça olsa da uzun zaman önce dilimize yerleşmiş, yani Türkçeleşmiş o kadar çok kelimeden bihaberiz ki! Artık onların çoğu ile okuduğumuz bir romanın satırlarında ya da şanslı olup da denk gelirsek Türkçe’ ye gerçekten hâkim kişilerin konuşmalarında karşılaşıyoruz. Peki aşağıda göreceğiniz az kullanılan Türkçe kelimelerle siz en son nasıl karşılaşmıştınız? Seçtiğimiz kelimelerin cümle içinde kullanışlarını görmek isterseniz de yaptığımız alıntılara göz atabilirsiniz.

Her hâlde, ne olursa olsun, ne yapıp yapıp, mutlaka.
“Beni görmek demek; behemehâl yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.” – Mustafa Kemal Atatürk

Önsezi.
“Bunun için, ancak her şeyle alakalarını keserek kendi dünyalarına döndükleri zaman rahat ediyorlar, muhitle temasta bulunmaya mecbur olunca fena hissikablelvukuların altında ezilmeye başlayarak sıkılıyorlar ve kaçmak istiyorlardı.” – Sabahattin Ali

Çok gerekli olan, kaçınılmaz, vazgeçilmez.
“Tütüncüye gazete ve Bafra borcu, gazinocuya iki üç bira, gazoz borcu, muhallebiciye on yedi lira kadar bir takıntım olsa. Geçen ay ödemediğime, bu ay da çok mübrem bir işe elli altı lira vermek zorunda bulunduğuma göre çarşıya inebilir miyim? İnemem değil mi? Evet bu hikâye böyle bitebilir. Gülen güler. Acıyan acır. “Amma da hikâye ha!” diyen der.” – Sait Faik Abasıyanık

Anlayışlı, uyanık, zeki.
“Kalp, duyularla bilinemeyen ve hayal edilemeyen bazı manaları anlamak bakımından insan bedenindeki diğer organlardan ayrılır. Âlemin mahlûk olduğunu ve bir yaratıcının varlığını anlaması gibi. Bu, münazara ve münakaşa yollarını bilen zeyrek akıldan daha üstün bir akıl demektir.” – İskender Pala

Geçmiş, geçen.
“Bahse girer misiniz? Beş dakika içinde en heyecanlı bir vaka icat etmeye muktedir olursam bu iki güzeşte aylıktan birini kasaya bırakır mısınız?” – Reşat Nuri Güntekin

Belli etmeden kendini ilgilendirmeyen şeyleri öğrenmeye çalışma.
“İlim maddeci imiş. Ne münasebet! İlim, gerçeği bölerek anlamaya çalışan, sınırlı olmaya mahkûm bir tecessüs. Karanlık ormanda dolaştırılan bir çıra.” – Cemil Meriç

Denge.
“Muvazenemi kaybediyorum, öyle mi? Muvazene dediğin ne? Dünyamı kaybediyorum. Dünya benim için artık o dünya değil. Kırk sene içinde yaşadığım âlem, o âlem değil. Kırk sene inandığım hakikatler, başımı bir yastık gibi dayadığım emniyetler, üstüne binalar kurduğum nisbetler, avucumdan kayıp gidiyor. Hiç bir şey eskisini andırmıyor.” – Necip Fazıl Kısakürek

Değersiz, bayağı, kötü.
“Konya’ya döndüğüm vakit benim motor, dama Erol Efendi, dedi. Kıtipiyoz bir tamirhaneye verdim.” – Aka Gündüz

Boşuna, boş yere, sebepsiz olarak.
“Ah, bu küçük teferruat… İki üç çizgi, birkaç konuşma parçası, işte size bütün bir hayat… Tevekkeli değil eskiler yalnız şiir söylemişler!” – Ahmet Hamdi Tanpınar

Sonsuz, ucu bucağı olmayan.
“Her insan tabiata benzer: güneş ve bulut, yağmur ve hararet, gül ve diken, bülbül ve baykuş, fırtına ve sükûn, gülistan ve bataklık, iniş ve yokuş namütenahi tezatlar ondadır. İnsanın topraktan yaratıldığı doğru bir tespit: biz tabiata çok benziyoruz. Ruhlarımız, tabiatın ruhu gibi iki büyük tezatla örülür: iyi ve fena, güzel ve çirkin, doğru ve eğri…” – Peyami Safa
1,339 okunma