Tutunamayanların Yazarı Oğuz Atay
“1934 yılında İnebolu’da doğmuşum. Beş yaşında Ankara’ya geldim. Bugün arsasında bir iş hanı yükselen Devrim İlkokulunu bitirdim. İlkokulun son sınıflarında Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanını okudum. Lisede çalışkan bir öğrenci olduğum ve fen derslerinde yüksek notlar aldığım için, teknik üniversiteye ve özellikle inşaat fakültesine girmekten başka çarem yoktu. Ayrıca, lisede edebiyat derslerinden de iyi olduğum için üniversite yıllarında roman okumaktan vazgeçemedim.” Buraya kadar Oğuz Atay anlattı, bundan sonrasına biz devam edelim…
Kastamonu’nun sahil ilçesi İnebolu’da dünyaya gelen ve bir de kız kardeşi olan Oğuz’un babası milletvekilliği yapan bir ağır ceza yargıcı, annesi ilkokul öğretmeniydi. Kastamonu’dan sonraki durakları Ankara ve İstanbul oldu. İTÜ İnşaat Fakültesini 1957’de bitirdi. Çocukluk yıllarından itibaren içe dönük yapısı karamsar değil mizahiydi. Aslına bakarsanız, o dönemlerde başladığı karikatür çizimleri ve öykü yazarlığı babası tarafından pek de kabul görmediği için mühendis olma yoluna girmişti.
Kadıköy Vapur İskelesi’ne bakarken, buradaki yüzer iskele inşaatında çalışan 20’li yaşlarında bir Oğuz Atay hayal edebilirsiniz. Fakat kontrol elemanı olarak çalıştığı bu işten istifa ederek şimdiki Yıldız Teknik Üniversitesinin İnşaat Bölümünde öğretim üyesi oldu. 1975’te doçent olan Atay’ın yazdığı “Topografya” isimli ilk kitabı büyük bir ihtimalle toplumda tutunmuş kabul edilen insanların ilgileneceği bir bilim kitabıydı.
Makaleleri, söyleşileri dergi ve gazetelerde yer alan akademisyen, 1970 yılında bir kitap yazdı. “Tutunamayanlar” adını verdiği bu kitap TRT Roman Ödülü’nü kazandıysa da yayıncıların gözüne giremediği için ancak 1972’de basılabildi. Aldığı ilk tepkiler yazı dünyasından arka arkaya gelen eleştiriler oldu; kitap uzun ve anlaşılmaz bulundu. Hâlbuki kitabın tek talihsizliği, dili ve anlatımı çağının epey önünde giden bir yazar tarafından yazılmış olmasıydı.
“Tutunamayanlar ile çok basit bir iş yapmak istedim; insanı anlatmayı düşündüm.” diyen yazarın romanındaki birçok karakter gerçek hayattan arkadaşlarının izlerini taşıyordu. Satırlarında, insanı ve modern toplum içindeki yalnızlığını anlatıyordu. İkinci baskısını bile yapamayan kitabını savunmaya çalıştığı o günler, muhtemelen tutunamadığını düşündüğü günlerdi. Gelmiş, geçmiş ve gelecekteki tüm yalnızların yazarı olacağını o sıralar bilmiyordu.
Sonra diğer kitapları geldi… İkinci romanı “Tehlikeli Oyunlar”; sekiz öyküden oluşan “Korkuyu Beklerken”; biyografi kitabı “Bilim Adamının Romanı” -ki burada üniversiteden hocası Mustafa İnan’ı anlatıyordu- ve yazdığı tek oyun “Oyunlarla Yaşayanlar” hayattayken yayımlandı fakat hiçbirinin ikinci baskısını göremedi. Tuttuğu günlükler ölümünden sonra “Günlük” adıyla; ölmeden yazmaya başladığı “Eylembilim”in notları parça parça ortaya çıktığında basılabildi.
Oğuz Atay, 13 Aralık 1977 yılında beynindeki tümör nedeniyle hayatını kaybetti. Edebiyat dünyası ve okuyucu, biraz zaman aldıysa da yazarın düşünce dünyasıyla buluşabildi ve “Tutunamayanlar” kitabı defalarca baskıya girdi. Kitap için “Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirdi” ifadeleri kullanılırken okurları romanın her satırının altını çizecekti. O sadece tutunamayanların değil, insanı anlamak isteyen herkesin yazarı oldu.
Romanları ve kendisi üzerine kitaplar, makaleler kaleme alındı. Yazdıkları tiyatro sahnesine aktarıldı. Adına sempozyumlar düzenlendi. “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” diye sorduğu satıra dalga dalga “Seninleyiz!” cevabı geldi. Oğuz Atay’ın son cümlesi olduğu anlatılır; banyodayken iyi olup olmadığını merak eden arkadaşına “Sevinmeyin, daha ölmedim!” dediği…
Henüz 43 yaşında hayata veda eden yazar, bu yıl 46. ölüm yıl dönümünde anılıyor. Bir insanın doğum günü sayısı kadar ölüm yıl dönümü hatırlanmışsa, evet o kişi henüz ölmemiş demektir. En büyük projesi olarak gördüğü “Türkiye’nin Ruhu”nu hiç yazamamıştı. Hiç düşündünüz mü? Ya yazılsaydı?
2,833 okunma