GEÇMİŞTEN GELECEĞE TÜRK KÜLTÜRÜNDEKİ ZANAATLAR
Kültür, bir toplumun benzersiz niteliklerini yansıtan ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir hazinedir. Türkiye’nin zengin kültürel mirası bu toprakların estetik anlayışının, sanatının ve el işçiliğinin en güzel örneklerini sunar. Yazımızda Türk kültürünün zenginliklerini yansıtan el sanatlarının en nadide örneklerini listeledik.
Bilinen en eski sanatlardan olan telkârinin kökeni, Orta Doğu’da M.Ö. 3000’lere kadar uzanır. Tamamen elle yapılan bu sanat, altın ve gümüş tellerin ince bir işçilikle, ustaların hünerli ellerinde şekillenerek zarif birer sanat eserine dönüşür. Ocakta eritilen maden, çubuk hâline getirilmek için kalıba dökülür ve çelikten yapılmış “hadde’’ denilen araçtan geçirilir. Maden, bu tekrarlar sırasında sertleşir ve ardından sabırla tavlanır. Elde edilen teller kendi etrafında oval veya yuvarlak şekillerde sarılır. 15. yüzyıldan bu yana Mardinli zanaatkârların hünerli ellerinden çıkan saç teli kalınlığında gümüş ve altın el işi takılar ve süslemeler, geleneksel değerlerimiz arasındaki en kıymetli hazinelerden sayılıyor.
Türkiye, İran, Pakistan, Suudi Arabistan, Azerbaycan gibi farklı ülkelerde ustalıkla yapılan ve kendine has bir resim biçimi olan minyatür sanatı, bir dönem el yazması kitaplardaki metni görselleştirmek için sıklıkla kullanılıyordu. Metinde yer alan bilgileri daha açık hâle getiren minyatür sanatında sanatçı, işlenen temanın barındırdığı olayları ve manzaraları minik figürler ile ustalıkla görselleştirirken; Osmanlı döneminde bu sanat kendine has eserlerini üreterek “Osmanlı minyatürü” olarak adlandırılan özgün bir forma ulaşmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in bu sanata olan ilgisi gelişiminde önemli rol oynarken Kanuni Sultan Süleyman’a kadar olan dönemde Osmanlı minyatürünün ilk özgün eserleri ortaya çıkmıştır.
Ata yadigârı kündekâri sanatı, yüzlerce ahşap parçanın çivi ve tutkal kullanmadan bir araya gelmesiyle yapılıyor. Sekizgen, beşgen, yıldız gibi geometrik şekillerde kesilmiş küçük ahşap parçalarının birbirine geçirilip sıkıştırılmasıyla düz yüzeyler oluşturmayı amaçlayan bir tekniktir. Kündekâri, aslında tek parça ahşapta nem ve ısı değişikliği sebebiyle oluşan eğrilme ve form değişiklikleri önlemek için ortaya çıksa da ustaların ürettikleri eserler ahşabın sanata dönüşmüş hâlidir. Kündekâri sanatında tercih edilen ağaç türleri öncelikle ceviz, meşe, şimşir, armut, abanoz ve gül ağacıdır. Zanaatkârına “kündekâr” denilen bu sanat, Selçuklu döneminden bu yana sivil mimaride kapı, pencere kanatları, dolap kapağı, sütun gövdesi ve başlığı, saçak, tavan, kiriş ve korkuluk gibi birçok yerde kullanılmıştır. Dini yapılarda ise kapı, pencere, dolap kapağı, minber, mihrap, vaiz kürsüsü, Kur’an mahfazası, çekmece, mezar sandukası gibi parçalarda karşımıza çıkar. Kündekâri sanatının en güzel işçiliğini 14. yüzyılda inşa edilen Ankara’daki Ahî Elvan Camii’nin minberinde, 15. yüzyılda inşa edilen Merzifon Çelebi Sultan Medresesi’nin dış kapısı ile Konya’daki Alâeddin Camii minberinde görmek mümkündür. Bu minber, Selçuklu ahşap işçiliğinin en zarif örneklerinden biridir. 1155’te yapılan eserin ustası Ahlatlı Mengim Begi, abanoz ağacını hiç çivi kullanmadan tamamlamıştır ve dokuz asırdır sapasağlam ayaktadır.
Kökeni Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanan katı’ sanatı, Türklerin el işi geleneğinde önemli bir yere sahiptir. Özellikle Anadolu’nun çeşitli köylerinde ve şehirlerinde ustalar tarafından titizlikle icra edilen katı’ sanatı, dokuma ürünlerine estetik bir dokunuş katmayı hedefler. İnce bir ipek, yün veya pamuk iplik kullanılarak yapılan bu süsleme tekniği, simetrik desenler ve canlı renklerin ustalıkla birleştirilmesi ile öne çıkar. Özgün ve detaylı desenleriyle dikkat çeken bu sanatta geometrik motifler, çiçek desenleri, yazılar ve semboller ustalıkla kumaşa işlenir. Ustalar; kalıplar, ip ve kumaşın uyumunu sağlayarak estetik bir bütünlük oluşturur. Renk uyumu ise sanatçının iç dünyasının yansımasıdır. Katı’ sanatı desenlerinin her biri, anlatılmak istenen bir hikâyeyi veya sembolik bir anlamı temsil eder. 16. yüzyılda şair, yazar ve tarihçi Gelibolulu Mustafa Âlî Efendi’nin “Menâkıb-ı Hünerveran” adlı kitabındaki katı’ sanatı, ilk ve en önemli eserlerden biri olarak kabul edilir. Önemli katı’ sanatkârları arasında Şeyh Muhammed Dost, Sengi Ali Bedahşi ve Muhammed Bakır yer alır.
Lüle taşı işleme sanatı, Eskişehir’de köklü bir geleneğe sahip olan bir el sanatıdır. Eskişehir’in çevresinde bulunan bir doğal taş türü olan lüle taşı, milyonlarca yıl süren doğal bir oluşum sürecinin sonucunda oluşur. Lüle taşı işleme sanatı, bu taşların el işçiliği ile ustalıkla işlenerek istenilen forma ulaşmasıyla icra edilir. Sonrasında lüle taşı parçası cilalanır ve pürüzsüz bir yüzey elde edilir. Ardından elmas veya sert metal aletler kullanılarak oyma ve kesme işlemleri yapılır. Ustalar incelikle ve dikkatle taşın üzerine motifler, desenler veya resimler işler. Lüle taşı işleme sanatı, bu hassas ve detaylı oyma işlemi ile gerçekleştirilen benzersiz desenler ve gravürlerle ün kazanmıştır. Yumuşak bir taş olmasına rağmen işleme süreci sırasında sert ve dayanıklı hâle gelir. Bu, ustaların ince detayları ustalıkla işleyebilmelerini sağlar. Hititler dönemine kadar uzanan bu sanat, mücevher ve süs eşyası yapımında kullanılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise altın çağını yaşayan lüle taşı işlemesi, aynı zamanda önemli kişiler için de sunulan bir hediyedir.
Keçecilik, yünün işlenmesiyle ortaya çıkan bir el sanatıdır. Dünya üzerinde birçok kültürde yer alsa da Orta Asya’da ortaya çıktığı düşünülmektedir. Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya göçünden sonra bu topraklarda da işlenen keçecilik; Kayseri, Konya, Erzurum, Tokat ve Sivas gibi şehirlerde en güzel örneklerini vermiş ve hâlâ aktif olarak üretimi devam etmektedir. Keçecilik, yünün doğal liflerini birbirine geçirme yöntemiyle gerçekleştirilir. Yünlü malzeme doğal sabun ve suyla ıslatılır, ardından elle yoğrulur veya vurulur. Bu süreçte liflerin birbirine geçmesi sağlanır. Giyim eşyası, kilim, minder, çanta ve ayakkabı gibi günlük kullanım ürünlerinin yapımında görülür; keçe üzerinde yapılacak dekoratif süslemeler için düğme, boncuk ve ayna gibi farklı malzemeler kullanılabilir. Türk keçeciliği sadece bir el sanatı değil, aynı zamanda kültürel bir simge haline gelmiş; köy hayatı ve geleneksel yaşam tarzıyla bütünleşmiştir. Örneğin; yayla yaşamında keçeden yapılan çadırlar ve giysiler sıkça kullanılır. Hem fonksiyonel hem de estetik açıdan oldukça etkileyici olan keçeler doğal malzemelerin el emeği göz nuru işlenmesiyle ortaya çıkan benzersiz eserlerdir.
Edirne şehrine özgü bir süsleme tekniği olan Edirnekâri, geometrik formların kullanıldığı, ahşap üzerine yapılan bir oyma sanatıdır. Edirne, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olduğu dönemde önemli bir kültür ve sanat merkezi olarak hizmet vermiş, en güzel ve özgün eserleri genellikle cami ve medrese gibi dini yapılarda kendini göstermiştir. Bu eserlerde ahşap minberler, mihraplar, kürsüler, sandukalar ve dolaplar Edirnekâri tekniğiyle süslenmiştir. Geometrik desenler, bitki motifleri ve hat yazıları gibi detaylarla süslenen eserler titizlikle işlenmiş ahşap oymalarıyla dikkat çeker. Birçok Edirnekâri eseri arasında en ünlüsü, Edirne Selimiye Camii’nde bulunan kürsüdür. Bu kürsü, İznik çinisi kaplama, kalem işi süslemeler ve ahşap oymalarla zenginleştirilmiş bir şaheserdir. Selimiye Camii’nin mimarı Mimar Sinan’ın bu eseri, Edirnekâri sanatının en özgün ve başarılı uygulamalarından biri olarak kabul edilir.
2,117 okunma