Yukarı
Halkbank Kültür ve Yaşam
fade
30777
post-template-default,single,single-post,postid-30777,single-format-standard,eltd-core-1.1.1,flow-ver-1.4,,eltd-smooth-page-transitions,ajax,eltd-blog-installed,page-template-blog-standard,eltd-header-standard,eltd-fixed-on-scroll,eltd-default-mobile-header,eltd-sticky-up-mobile-header,eltd-menu-item-first-level-bg-color,eltd-dropdown-default,wpb-js-composer js-comp-ver-5.4.7,vc_responsive

KEMİKTEN ÇELİĞE, MODADAN TIBBA İĞNENİN MEDENİYETİMİZDEKİ ROLÜ

Küçücük bir alet olmasına rağmen, medeniyetimizin gelişiminde hayati bir rol üstlenen iğne, ilk çağlardan itibaren giysi dikmek, hayvan derilerini birleştirmek ve süsleme yapmak gibi amaçlarla kullanılmıştır. Giyinme ihtiyacı ve tekstil üretimiyle yakından bağlantılı olan bu araç, tarih boyunca büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Kemikten metale, el yapımından sanayi üretimine uzanan bu yolculuk; ihtiyaçlarımızın teknolojik gelişmeleri nasıl şekillendirdiğini de açıkça ortaya koymaktadır. Binlerce yıldır hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan bu küçük aracın tarihsel gelişimini yazımızda derledik.

1#

Tarihin en eski dönemlerinden itibaren, giysileri ve hayvan derilerini birleştirmek amacıyla çeşitli aletler kullanılmıştır. Bu amaçla kullanılan ilk iğneler; kemik, boynuz ve fil dişi gibi doğal malzemelerden yapılmıştır. Ancak bu eski dikiş iğnelerinin ucunda delik bulunmuyordu; ipliği kavrayan, ayrık bir ucu vardı. Deri dikiminde ise iplik yerine hayvan bağırsağı, bitki lifleri veya tendonlar kullanılırdı. Ucunda delik bulunan bilinen en eski iğne, Sibirya’daki Altay Dağları’nda yer alan Denisova Mağarası’nda bulunmuştur. Bu iğne, 2016 yılında Rus arkeologlar tarafından keşfedilmiştir. Yaklaşık 7 santimetre uzunluğunda olan bu iğne, büyük bir kuşun kemiğinden yapılmıştır ve 40.000 ila 50.000 yıl öncesine tarihlendirilmektedir. Bu buluntu, bugüne kadar bilinen en eski iğne örneği olarak kabul edilmektedir.

2#

Doğal malzemelerden yapılan iğnelerin yerini, Bronz Çağı’na gelindiğinde (MÖ. 3000 – MÖ. 1100) metal iğneler almaya başlamıştır. Bu dönemde, metal işleme tekniklerinin gelişmesiyle birlikte, bakır ve kalay alaşımı olan bronzdan çeşitli aletler üretilmiştir. Özellikle Sümerler, Akadlar, Mısırlılar, Çin ve Hint uygarlıkları bu çağda bronz iğneler üretmişlerdir. Demir Çağı’na geçişle birlikte (MÖ. 1200 – MÖ. 500), demirin işlenmesiyle üretilen aletler ve iğneler yaygınlaşmıştır. Bu gelişmeler, daha sağlam ve uzun ömürlü dikiş araçlarının ortaya çıkmasına olanak tanımıştır. Çin’de ise iğne yapımı oldukça erken dönemlerde gelişmiştir. İlk dikiş iğnelerinin Çinli ustalar tarafından üretildiği ve burada dikiş sanatının oldukça ileri seviyelere ulaştığı bilinmektedir. Çin’de bronz ve demir iğnelerin yanı sıra, özellikle Song Hanedanı Dönemi’nde (MS. 10. yüzyıl), çelik iğne üretimi de başlamıştır. Buna ek olarak, Çin’de tıbbi amaçlarla kullanılan akupunktur iğneleri de çok eski bir geçmişe sahiptir ve geleneksel tıbbın önemli bir parçası hâline gelmiştir.

3#

Orta Çağ’da, Avrupa’da iğne yapımı oldukça önemli bir zanaat hâline gelmiştir. 9. yüzyıldan itibaren, çelik işçiliğindeki gelişmeler sayesinde çok daha dayanıklı, ince ve keskin iğneler üretilmeye başlanmıştır. Bu gelişmeyle birlikte Almanya, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde iğne üretimi, zamanla önemli bir sektöre dönüşmüştür. Özellikle 16. yüzyılda, İngiltere’de iğne üretimi büyük bir ivme kazanmış; Londra, iğne yapımında öne çıkan başlıca merkezlerden biri hâline gelmiştir.

4#

Kraliçe I. Elizabeth Dönemi’nde, İngiltere’de iğne üretimi öylesine önemli bir hâle gelmiştir ki, bu alanda uzmanlaşmış yabancı zanaatkârlar ülkeye davet edilmiştir. El dikişinin yaygın olduğu bu dönemde, iğne hem gündelik yaşamda hem de terzilik ve tekstil sektörlerinde vazgeçilmez bir araç olarak kabul edilmiştir. Sanayi Devrimi’ne kadar iğneler tamamen el işçiliğiyle üretilmeye devam etmiştir. Ancak 18. ve 19. yüzyıllarda, makineleşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte iğne üretimi büyük ölçüde hız kazanmış ve seri üretime geçilmiştir.

5#

19. yüzyıl, Sanayi Devrimi ile birlikte iğne üretiminde köklü değişimlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Dikiş makinelerinin icadı, bu alanda yeni bir çağın başlangıcını temsil eder. Amerikalı mucit Elias Howe, 1846 yılında ilk pratik dikiş makinesi için patent almıştır. Howe’un tasarımında kullanılan iğne, ucunda delik bulunan özel bir iğneydi. Bu tasarım, dikiş makinesi iğneleri için önemli bir yenilikti; çünkü el dikişi iğnelerinde delik üst kısımdayken, dikiş makinesi iğnelerinde delik, iğnenin ucuna yakın bir noktaya yerleştirilmişti. Bir diğer Amerikalı mucit Isaac Singer, Howe’un tasarımını geliştirerek ticari olarak başarılı dikiş makineleri üretmiş ve bu makinelerin dünya genelinde yaygınlaşmasını sağlamıştır. Dikiş makinesi iğneleri, el dikişi iğnelerinden farklı olarak daha keskin uçlu olup, ipliğin geçişini kolaylaştıracak şekilde özel olarak tasarlanmıştır. Bu iğnelerin seri üretimi, tekstil endüstrisinde büyük bir dönüşüm sağlayarak, kumaşların çok daha hızlı işlenmesine olanak tanımıştır.

6#

20. yüzyıla gelindiğinde, paslanmaz çelik ve nikel kaplama iğneler yaygınlaşmaya başlamıştır. Paslanmaz çelik, dayanıklılığı ve korozyona (paslanma ve aşınma) karşı direnci sayesinde iğne üretiminde yeni bir dönemin kapılarını aralamıştır. Bu yüzyılda iğne yalnızca dikiş alanında değil; tıp, kuyumculuk ve elektronik gibi pek çok farklı alanda da özelleşmiş biçimlerde kullanılmaya başlanmıştır. Enjeksiyon iğneleri, akupunktur iğneleri ve cerrahi iğneler, modern tıbbın gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Tarihteki en küçük ama en etkili icatlardan biri olan iğne, her ne kadar basit bir araç gibi görünse de medeniyetimizin gelişiminde büyük bir rol üstlenmiştir. En soğuk hava koşullarında atalarımızın hayvan derilerinden giysiler yapmasına olanak sağlamış; Sanayi Devrimi’ni desteklemiş, modern tıbbın ve küresel ticaretin ilerlemesine katkıda bulunmuştur. Küçük boyutuna rağmen etkisi büyük olan bu icat; medeniyetimizin sessiz bir kahramanı olmayı başarmıştır.

 383 okunma

Derya Ülkar