İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEN İKLİM KRİZİNE GEÇERKEN
Kanadalı astrofizikçi Hubert Reeves’in dediği gibi: “Doğa ile savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz.” Uzun süredir insanlığın bu savaştan çıkması ve doğayla barış sağlaması gerektiği vurgulanıyor. Nedenler, önlemler alınmaz ise olabilecekler bir bir sıralanıyor. Bu kadar önemli bir konunun sık sık gündeme getirilmesi ve farkındalık oluşturulması artık hepimizin görevi. Daha önce birçok kez ele aldığımız iklim değişikliği konusunu aydınlatıcı bilgilerle tekrar karşınıza getiriyoruz.
Normal şartlarda atmosferdeki sera gazları, insan, hayvan ve bitkilerin yaşamlarını sürdürmesine imkân veren bir öneme sahiptir, çünkü bu gazlar sayesinde yeryüzündeki ısı düzeyi 15°C’ye ulaşmaktadır. Eğer karbondioksit, metan, su buharı, ozon, azot oksit gibi sera gazları olmasaydı, yeryüzündeki ortalama sıcaklık -18°C civarında olurdu. Ne var ki ısıyı tutan bu gazların atmosferde artmasıyla oluşan sera etkisi sonucunda, yıl boyunca hava, kara ve denizde ölçülen ortalama sıcaklıklar da artmakta, böylece dünya iklimi değişmektedir. “İklim değişikliği” veya “küresel ısınma” olarak adlandırılan bu durum, başka bir ifadeyle yeryüzünün ortalama sıcaklığının ideal olandan şaşması anlamına gelmektedir.
18.yüzyıl ortalarında başlayan Sanayi Devrimi sonrasında, atmosferdeki sera gazı oranları da artış göstermiştir. Bilim dünyasının yaklaşık üç yüz yıldır bu konuda araştırmalar yapmasına karşılık, hükümetlerin gündemine girmesi ve ilgi görmesi için 1970’lerin gelmesi gerekmiş, 1972 yılında Stockholm’de gerçekleştirilen Uluslararası İnsan Çevresi Konferansı konuya yoğunlaşılması adına önemli toplantılardan biri olmuştur. 1988 yılında Meteoroloji Örgütü ile Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından kurulan ve Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren Hükümetlerarası İklim değişikliği Paneli (IPCC) ise iklim değişikliği, nedenleri, etkileri ve bu etkilerle mücadele yöntemleri noktasında araştırmalar yapıp, bulguları gerekli yerlerle paylaşan bir organ olarak öne çıkmaktadır.
Bilim dünyasının ortaya koyduğu verilere göre, iklim değişikliğinin yıkıcı olmasının önüne geçmek için sıcaklıklardaki artışın en fazla 2°C ile sınırlandırılması gerekmekte. Bunda başarılı olabilmek için ise karbondioksit oranının belli bir seviyeyi aşmaması gerektiği belirtiliyor. Uzmanlar, atmosferdeki güvenli karbondioksit miktarının en fazla 350 ppm olması gerektiğini ifade ederken, 2021 itibariyle tespit edilen karbondioksit oranının 419 ppm olduğu biliniyor. Acil önlemler alınmaması ve mevcut uygulamaların devam etmesi halinde 2060 yılında ortalama sıcaklıklardaki artışın 4°C’yi bulacağı da uzmanların uyarıları arasında yer alıyor. İklim değişikliği veya diğer adıyla küresel ısınma sırasında yaşanan sıcaklık artışının etkilerini kuraklık, sel baskınları, şiddetli hava olayları, büyük kasırgalar, buzulların erimesi, okyanusların asit seviyesindeki artış şeklinde görmenin kaçınılmaz olduğu ve tüm canlıların hayatlarının risk altında olduğu ise artık hepimizin bildiği bir gerçek.
Atmosferdeki karbondioksit oranının artmasındaki en büyük neden ise yeryüzünde insanlığın kullandığı fosil yakıtlar… Kömür ise bu yakıtların başında geliyor, onu petrol ve doğalgaz takip ediyor. Bu doğrultuda elektrik kullanımından ulaşım araçlarına, kullandığımız ısınma sistemlerinden soğutma sistemlerine pek çok detay üzerine düşünmek gerekiyor. Karbondioksit oranını artırmada ormanlık alanların konut veya sanayiye yer açmak için yok edilmesinin, yani ormansızlaşmanın da önemli bir etkisi olduğu bilinmekte. Diğer taraftan insan faaliyetlerinin dışında doğal süreçlerin de iklim sistemini etkilediğini söyleyebiliriz, volkanik patlamalar veya güneş patlamaları örnek olarak gösterilebilir. Gelinen noktada küresel ısınmadaki olumsuz artışın günümüzde artık iklim değişikliği değil, iklim krizi olarak ele alındığını da belirtmeliyiz.
Tüm dünyada en önemli çözümlerden biri olarak enerji verimliliğine gidilmesi, karbon emisyonlarını azaltmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması gerektiği ifade ediliyor. Yenilenebilir enerji için de tek bir kaynağın değil farklı kaynakların eş zamanlı olarak kullanılması ve geliştirilmesi gerektiği özellikle vurgulanıyor. Ormansızlaşmayı tersine çevirecek karar ve eylemler de büyük ölçekli ve etkili önlemler arasında yer alıyor. Bireysel olarak alınabilecek önlemler ise bir hayli fazla… Karbon ayak izini azaltmak için ürünleri mevsiminde tüketmek veya seyahat sıklığını azaltmak için iş süreçlerini dijital görüşmelere kaydırmak, hayvansal ürün tüketimini aza indirmek, yukarıda da söz ettiğimiz gibi elektrik kullanımını azaltmak, yaşadığımız alanlara yalıtım sistemi kurmak iklim krizinin önüne geçmek için yapabileceklerimizden bazılarıdır.
4,514 okunma